15 Eylül 2010 Çarşamba

Yeniden

Çocuk olsam yeniden.. Bir tek düştüğüm için acısa içim, Ve kalbim; çok koştuğum zaman çarpsa sadece...



Cemal Süreya'dan bir kesit...

3 Eylül 2010 Cuma

Rüya Kırıklıkları

Koşmaya başladığım yerden de düşmeye başladım.Ben uykusuz rüya yontucusu.Kadere ve aşka kırgın.
Elimde zaman yapbozu; yarısı dünyadan yarısı rüyalarımdan.Bu yüzden bir türlü o şifreyi çözemiyorum.
Zihnimde anlaşılamaz bir zaman kavramı.Yılın ne önemi vardı ki ölmek duygusuyla bezenmiş, bu zaman
ağacının gölgesinde,hıçkırıklara boğulan bir "ben" için.Sonra dünyanın en nadide bakışları arasından
süzülerek bataklık ülkesinin hayal kırıklığı tarlalarına gömülüp kaldım.Usandım! Ve birde anneler için
birkaç ağıt biriktirdim balçıktan yüreğimde...
Koştum,koştum...Az gitmedim; bilmem kaç deve boyu yolda almıştım...
Yinede olmadı bir şeyler; sızlamaya başladığı anda yitirmiştim yüreğimi.Kime ne söyleyebilirdim ki...
Az gittim uz gittim bir baktım ki soluk bedenim dünyada kalmış.Elimde rüyadan heykelcikler.
Hangi sarraf bozar bunları.Hangi adam bunlar için sever beni...
Söylenecek son sözünü de yutkunmuş bir kadın olmak kaygısından uzan utandım durdum.
Ne idiyse ölüm gelsindi artık.O, gelmedi; ben ona koştum.Ansızın unuttu ölüm beni.
Bense bir türlü varamadım onun donuk gölgesine.
Koşmaya başladığım yerden de düşmeye başladım...Ezanlar beni çağırırken şehre, bastım çığlığı...
Dünya susmadı,ben koştum...Unutulmak ümidiyle girdiğim dehlizlerden garipsenmek yaftasıyla yaftalandım.
Meğer yokmuş kaderimde bir sır olmak...Ben kendi kendini ihbar eden kadın.Unutturamadım kendime "kendimi"...
Sonra balçıklar ülkesinin tozdan kralı kavrayınca ellerimi ılık bir rüya sardı bedenimi...
Koştuğum yerden gömüldüm karanlıklara..Kimse bilmez döndüm, sesini kaybetmiş bir kadın olarak
girdim aşk şehrine.Yüreği burkulmuş insanların istila ettiği bu şehri de terk ettim.
Gidecek son yerime de gitmiştim.Bıraktım koşmayı, bu lanetlenmiş yürekle oturdum bir şeytan gölgesine.
Sesi ve yüreği olmayan bir havvakızı olarak unutulup gittim saatlerin satırarı arasında...
Ben rüya yontucusu.Etten ve kemiktenim.Bazı bazı ağlarımda.Elimde rüyadan heykelcikler esir düştüm
gerçeğin şehrine.Bu yüzden sızlanıp dururum.Tüm bu cümleler o çıkış cümlesini bulmak için yazıldı.
Şimdi söyleyin ey varlıkdaşlarım; bu havvakızının rüyalarına kim itibar eder hangi sarraf bozar sözlerimi.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

SARDUNYALAR

Ne kadar dayanıklısınız su damlacıkları
yeniden,hep yeniden doğarsınız
çiğnenip savruldukça,acı duydukça
denize karışmak varken
belki de okyanusa
kendinizi atarsınız pembe bir
sardunya yaprağına...:)))
Yaz sabahlarına doğan ve muhteşem sevgi lezzeti tattıran pembe sardunyalar büyütüyorum,doğuya bakan penceremde sana.Birde gücüm yetse konuşmayı öğretirdim onlara.
Ahh! keşke konuşabilselerdi benim sana sustuğum yerde. Kış masalında Bir'sen'in boynuna dolasalardı sarkan ince dallarını "Gece ve Tanrı şahitler sessiz feryadlarla "gitme" deyişime,çırpınışıma rüyamda.Nerden bilebilirdim ki, "Uyku ölüme kardeş,rüya hayata"...
Tanırım ben onları tanırım...Onlar ki,zihinlerde çağrışım yaptırsın diye adama kanat takıp uçururlar,birkaç renge boyayıp birkaç imbikten geçirirler.Senin sözlerini bir köşeye yazarım ben.
Bana dokunmayan yılan bin şiir yazsın ! ilham olabildiysek ne bahtiyarlıktır zat-ı şanımıza.Hayat komiklikte birebir dedimde gülmüşt...ün.Seversin denizi ama tutar seni.Biliyorum ıskalamaktan geliyoruz bazen bazı şeyleri.
Ama olsun pencere kenarında iki saksı,toprağına gün düşmüş pembe sardunyalar eşlik eder gülüşlerimize.Ohh be !Her şeyin sonunda nefret edilmezmiş ya.İlham kaynağı oldular gülüşlerimize;hazretleriyle, -ce'leriyle, farkına varamadıkları moladhralarıyla ve daha neler neler.
Elimizde bir çift kanat var peki uçacak var mı ? Yalnız bu sefer gülüşlerimize değil mümkünse düşlerimize :) İmbikten geçirme sırası sende belki geçirirsin istiklalde
Güzel şarkılarla sardunya yetiştiriyorum kitap defter arasında.Büyütüyorum, avucuma bırakılan harflerle besliyorum,çılgınca cümleler gezdiriyorum sayfa sayfa yeşil dallarında.Köküne ulaştırıyor damarlarına karışan tebessümün gizini.
O dallar damarlarına çekiyor su misali her yürek kıyısına vuran dalgaları... ve ansızın yakalanan esrarı sandığı bakışları.Besliyor, pembe pembe yapraklarını sarkıtıyor kitaplığımdan. Sen yokken; kitabına sığmayan her sardunyayı alıp küçük pencere kenarına koyuyorum ve yaramaz bir çocuğun haylazlığı gibi ardına oturup Tanrı'nın pencerelerini seyrediyorum.Benden çok konuşuyor Tanrı ama O yorulmuyor ben yoruluyorum."Ve mahzunlar ve mağdurlar Risaletü't-Tayr'ın sonunda zikredilen o güzel ayeti hatırlar ve serinler"diyor şu sıralar hayranı olduğum adam.Hatırlıyorum o ayeti "tıpkı uzun kanat çırpışlardan sonra kendilerini süzülmeye bırakmış kuşlar gibi..."


Evet evet...Ben seni en çok beylik laflarını sevdim."anlatmadan ,anlatılmadan efsane olunmaz;esmeden,gürlemeden efsane bilinmez."
Yapacağını ve yaptıracağını bildiğim lafların için sevdim.(İnsana insan gerek geç olsada öğrendim)
Oyalamadığın,hayata da oyalatmadığın için yeni sardunyalarla kapın...da olacağım bir pazar akşamı.
Ellerine vereceğim.Hani o yamuk yumuk kestiğim kareleri, hiç üşenmeden tekrar peşimden
düzelten, intizamla onaran ellerine.
Hüküm verilmiş,senaryo yazılmıştı.Oysa biz önümüze çıkan duvarı,bu defa daha var gücümüzle
koşup aşacağımızı düşünürken,ayağımı incitmiştim,hep aynı duvar önünde vakit kaybediyordum.
Taa ki inceden inceye hissettiğim sitemlerine kadar."Dosttan gelen sitem ikramdır"diyordu bir türküde.Ve ben o sitemlerini gözbebeklerime gamzenin ışığı diye aldım.
Uzun bir hikaye yazmaz mı gamzenin ışıkları...Gölgesinde yaşanmaz mı
Derin derin hayatta zumladıklarımı anlattım, sen dinledin.Değerli şairiminde dediği gibi ,"
Büyük lafların gölgesinde geçen hayatlar"gördük,öğrendik birbirimizden.Bu acı gerçeklere birde şeker ilave e...ttik doya doya gülelim diye.
Tuzu da unutmadık.İlk öğrendiğimiz sevgi açılımıydı şeker ve tuz.Ama acıyı anlatmadılar bu bir eksiklik mi diye düşünürken biz hep tuz ve şeker yapmaya çalıştık anlatılmayan acıları.
Yorulmadan,usanmadan,kah kızarak kah kahkahalara boğularak.
Küçük arka bahçemizden turuncu hayallere açılan bir kapıydı Dünya."ister içinde kaybol,ister kendini bul. Ama hayat bir kere sardunyalarını kucakla ve umutlara açılan turuncu bahçene bakarak gülümse :)



Bu denemem,bu yazıda ki ilham kaynağım olan değerli arkadaşım; Gökhan’ a hitaben yazılmıştır…

4 Temmuz 2010 Pazar

Yapboz

Gece uzun, gece soğuk...Genç, pencereden vuran ay ışığının yardımıyla yatağa girdiğinde,
hayatın omuzlarına yüklediği bütün yorgunlukla beraber, yine düşünmeye başladı.
Nasıl yapmalıydı ve nasıl olmalıydı? Sonra duyulan tek sesin, gecenin alabildiğine sessizliği
olduğu bir anda uykuya daldı.
Genç rüyasında hiç olmadığı kadar mutluydu.Mutluydu; çünkü bir türlü topraklarına uğramayan
su alabildiğine güzelliğiyle, berraklığıyla ve serinliğiyle pınarlar halinde akıyordu.İçti sudan
kana kana. İçti içti...
Sabah uyandığında hissettiği sadece tarif edilemez, çocuksu ama çok güzel bir mutluluktu.
Yerinde duramıyordu.Gördüğü sadece kısacık bir rüyaydı ama olsun ne kaybedecekti ki?
Hemen ayağa kalktı.Evinin en orta yerinde sakladığı gönül sandığından, şiir eldivenlerini çıkardı.
Çocuklar gibi koştu dışarı.Gözü hiçbir şey görmüyordu. Heyecandan sanki kalbi yerinden çıkacak
gibi oluyordu.İlk defa yapıyordu bunu.Ve niye böyle bir şey yaptığını aslında kendisi de bilmiyordu.
Sadece yapmak istiyordu.Başladı toprağı eşelemeye,eldivenleriyle eşeledi...
Ve korktuğu başına geldi.Aslında başına gelecekleri biliyordu ama...Ama rüyasındaki suyun güzelliği
başını döndürmüştü.Şimdi ise ne suyun azıcık sesini duyabiliyordu ne de hissedebiliyordu.
Ah birazcık hissedebilseydi suyu, gerekirse bütün topraklarını eşecekti.Ah birazcık hissedebilseydi
suyu...Ümitsizce oturdu toprağa. İki elini başına koydu.Hissedebildiği umutsuzca birkaç mısra...
"Aslında...Son mu yani?...Son öyle mi..." Sondu evet sadece rüyaydı.Zaten rüya demişlerdi ya
bunun adına...Rüyaydı ve bitti.

Çölün orta yerinde bulduğum meğer serapmış
Yazık, hakikat sandığım kısa bir rüyaymış.

İnledi, inledi bir ney gibi yandıkça yandı,
Rüya onu bıraktı da, o rüyadan uyanamadı...

Sonlar vardır hayatımızda, siyah zemin üzerine iki yandan tireli beyaz kelime, birden gözbebeklerimize
düşer, kilitler o ekrana, dalmışken tuttuğunuz nefes siyah zemini yalayarak geçer.Son mu? Bitti yani
diye devam eder ilk sözcüklerimizle uyanışımız.Aslında ne güzeldir o sonlar.Sıkıcı değildir hiç bir zaman.
Bu anlamda "sonsuz" kelimesine baktığımızda sırtıma yüklenmiş, mecbur bırakılmış hammal gibi
hissetmekten alıkoyamam kendimi.Tadı damağında kalmaz hiçbir zaman.Miden de asit oluvermez ve sıkmaz
seni.Düşünmeden yaşamak gibi saçma sonsuzluk... O yüzden belki de Tanrıya mahsus.Eğer sonlar olmazsa
sonrası da olmaz, önceside.
"Son" diye düşündüğüm şu son zamanlar içerisinde bir şeyi farkettim.
Farketiğime de sevindim.En sevdiği oyuncağını kaybeden çocuğun, oyuncağını nasıl kaybettiğini düşündüğünde
ki üzüntü yerine artık bu kaybı kabullenmiş bir his alıyor ve bu kayba gülüyor kıs kıs...
Seni kazanmak kaybetmekmiş diyorum.Kaybettiğinde, kazanıyor insan. Bir kaybederse, bin kazanıyor.
Öyle bir geçiyor ki zaman, birden dönüp baktığında eteğinden dökülen yapraklara ağlamışsan şimdi gülüyorsun...
Hangi bilim açıklar, hangi labaratuar çözer bu tuhaf kimyayı .Anılara kapılıp kanma diyor küçük terennümlerle
yalnızlığım. Ben o anıların içindeyken kapılmadım da dışındayken mi kapılacağım.
" Değer! " kelimesinin nelere, niçin, neye değer olduğunu anlayabiliyorum artık.Ama " değmez " kelimesine
bir çok uygun parça buldum bu yapboz hayatta.


(Gece vakitleri " defter doldurmaca" larından)

3 Temmuz 2010 Cumartesi

Evrim

Suskun mısralar geçiyordu aklımdan hayata ve aşka dair. "Bu aşk beni şair yapacak galiba."
diye geçirdim aklımdan, yüzümde hafif bir tebessümle. Mutlu olmalıydım.Mutluluk buydu galiba.
Kendim gibi, kalbim gibi yarım sözcükler ddökülüyordu dilimden.Kalbimde yeşerteceğin aşk
filizleri vardı,mutluluğumu emanet edebileceğim bir çift göz...İçimde her dem yeniden canlanan
çocuk vardı; biraz suskun, biraz masum.Ama hep onun sevgisiyle doluydu. Kalbimde yeniden
alevlenen bir yerler vardı.İçimdeki yangının her an biraz daha artmasını, sevgilinin aşkı ile her
canım yandığında içimin en derin köşesinden bir "ah" ın kopup gelmesini istiyordu.Aşk derdi ile
hayata dair tüm maksatlarını yalnızca sevgiliye yöneltmeyi, evvel ve ahir bırakmayı; sevgili ile
var olmayı tasarlıyordu sadece.
Aşktı insanı hem mutlu eden, hem hüznü yaşatan; ama yine insan kollarını açıp koşuyordu ne
olduğunu bilmeden.Bilmeden üzmek ister miydi insan kendini? Ama sevgilinin yokluğu değil miydi ki
insanı her dakika daha fazla aşk ateşine sürükleyen? İçini her lahza daha da fazla kavuran...

Her nefeste "ah" eden aşık, aşk derdiyle vav harfine dönüp de " vah" kelimesi çıkmasaydı
kalbinden ne ehemmiyeti kalırdı aşkın?

Gece vakitleri "defter doldurmaca" larından

Marazi Yalnızlıklar

Cadde boyunca akan bir trafik var.Burası büyük şehir...Çağlayan nehirler değil telaşlı korna sesleri bulunur burada.
Hayata küsmüş somurtan insanlar vardır.Çocuk kahkahalarının kulakları çınlattığı sokaklar çok uzaklardadır.
Horoz sesleri ile uyanılmaz burada.Cep telefonunuzdan isterseniz horoz sesi dinleyebilirsiniz; lakin o da pek
tercih edilmez.Daha modern melodiler eşliğinde gözünüzü açmaya çalışırsınız sabahları.Güneşin doğduğu ve battığı
yönü teorikte bilirsiniz de bunu bir türlü pratiğe uygulayamazsınız.Yeşil rengi ancak vitrinlerde görürsünüz.
Maviyi ise belki biraz dumanlı da olsa aklınıza gelir de başınızı yukarı kaldırırsanız gökyüzünde görebilirsiniz.
Sokaklarda özgürce dolaşamazsınız.Bazen kalabalık caddelerde tanımadığınız insanlara çarparsınız bazen
107 saniyelik kırmızı ışıklara takılırsınız.Şöyle derinlemesine bir nefes alamazsınız.Zira ya bir çöp tenekesinin
yanından geçiyorsunuzdur yahut da kalabalık bir toplu taşıma aracının içinde sıkışıp kalmışsınızdır. Meyve yemek
aklınıza gelmez.Her gün soluğu hızlı yemek yenilen lokantalarda alırsınız.Yer ve hemen çıkar gidersiniz.
Ne yediğinizi bile anlamadan doyarsınız.Neden sustuğunuzu bilmeden susar, neden konuştuğunuzu bilmeden konuşur,
neden güldüğünüzü, neden ağladığınızı bilmeden güler ağlarsınız.Sorgulamak yoktur burada.Kaideler bellidir.
Asla yalnız değilsinizdir.Her zaman yanınızda beş on arkadaşınız vardır.Birlikte dere tepe dümdüz gideceğiniz
arkadaşlar...Dere tepe dümdüz gidersiniz de düz yola gelince yayan kalırsınız.Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmez.
Bir mahalle çeşmesinin kurnasından elinizle su içirdiğiniz arkadaşlarınız yoktur.Mardan dağı'nın nefis doğal
kaynaklarından şişelenmiş,hazır sularınızı paylaştığınız dostlarınız vardır.Hiç olmazsa hayvanlarla arkadaşlık edersiniz.
Onları ya sokaktaki çöpleri karıştırırken ya hayvanat bahçesini tel örgüleri arasında ya da boğazında bir tasma ile
görürsünüz.Ağaç dallarının arasından pervasızca öten kuşlar görmek isterseniz çok daha uzak diyarlara gitmeniz
gerekmektedir.
Kim bilir belki de dünya dediğimiz bu kerata üzerinde öyle bir yer yoktur.
Belki de böyle bir yeri artık tahayyül etmek gerekmektedir.
Yahut da sorgulamadan yaşamaya devam etmek...Sizce?

gece vakitleri defter doldurmacalarından

1 Temmuz 2010 Perşembe

Hikaye

Neden ben diye sordu kadın, neden ben? Erkek şaşırdı kaldı! Evet, neden o?... Aslında bunun için bu kadar kafa yormaya gerek yoktu. Göz görmüş, ten çekmişti ya, gönül sevmese de olurdu pekâlâ... Sevildiğini sanan bir kadının gerçeği öğrenmesi kadar yaralayıcıdır erkeğin cevapsız bıraktığı her soru. Kadındı bu da işte ellerinin boş kalacağını bile bile soru sorar, cevap arardı...
Erkek, ne kadar zor bu kadınlar diye düşündü. Hayatı hem bizim hem de kendileri için ne kadar da zorlaştırıyorlar. Hâlbuki gerek yok tüm bunlara... Sıcak bir yatağı paylaşmak kadar kolaydı işte yaşamak.
Kadın, erkeğe üzülerek baktı. Anlaşılmadığını sonunda anlamıştı. Durdu geçmişe baktı. O ilk günleri düşündü. O süslü laflar sadece bu süslü bedene mi edilmişti. Kapıya baktı. Daha önce bir kere bu kapıdan çıkıp gitmişti. Sonra hatasını anlamış, gururunu bir köşeye atmış geriye dönmüş ve adama kalbini, ruhunu, bedenini sonuna kadar açmıştı. Ama o zamanlar sevildiğini sanıyordu. Oysa şimdi karşısında taş kadar duygusuz bir adam vardı. İnanamadı. Bu adamı nasıl, ne zaman, nerde sevmişti? Tüm geçmiş kare kare gözlerinde canlandı. Tüm söylenen sözler kulaklarında çınladı. Gözyaşları boğazında düğümlendi. Umurunda bile değildi ağlamamış olmak. Kalbindeki tüm keşkeler gözlerinden akmaya başladı. Adam sessizce durdu yanında, ne bir tek laf etti, ne de tek bir hareket... Kadın ve adam bir koltukta yan yana yalnızlığı paylaştılar. Belki de birlikte oldukları zaman içinde paylaştıkları en samimi şeydi bu.
Kadın sessizce ağladı, erkek sessizce oturdu. Karar verilmişti. Artık birbirlerinin yüzünü bir daha göremeyeceklerdi. Kadın, birkaç saat önce yanında sessizce uyuyan erkeğin yüzüne nasıl doyamadan baktığını düşündü. Şimdi ömrü o yüzü bir daha hiç görmeden nasıl geçecekti? Kadın kalktı, gözyaşlarını sildi, yerdeki çantasını aldı, kapıya yöneldi. Erkek yerinden fırladı, dişlerinin arasından öfkeyle tısladı, ‘şu kapıdan benden önce çıkma’. Kadın şaşırdı, adamın önemsediği şeyin ne kadar ufak ve saçma olduğunu düşündü. Onun yüreğindeki kırgınlıkları umursamayan adam, geçmişte onu geride bırakarak kapıyı çekip gittiğini unutmamıştı. Kadının yüreğine bir keşke daha eklendi. Kapıya doğru uzattıysa da elini gerisin geriye çekti…

Gece vakitleri "defter doldurmaca"

30 Haziran 2010 Çarşamba

Karanlık

Umuda kanat çırpıp
Zamana mendil sallamak...
Defterime düştüğüm notları(n)
En heybetlileriydi bir zamanlar...
Paslı çiviler saplayıp kalbime
Gidiyorum topal zamanın akşamsefasına...
Ağlarken neşelenmek vardı,
Gülerken hüzünlenmek bahar tadında...
Unutma!
Kaç gün sancılansıysam özleminle
Ve unutulmuşluğun mavisinde,
Gözyaşı dağları yaktıysam ,
O kadar da güleceğim.
Zamana ve mekana yenik baharın sarhoş dolusunda,
Uzak mesafelere gebe kalmış kaderimiz,
Elbet değişmez,
Bunu çok iyi biliyorum; fakat
Hiç kimse engelleyemez ya...
Ben de işte öyle yapıyorum.
Uzaktan uzağa seviyorum...
Kuytu anılar yoklar çocuk hafızamı
Evliya bilmeceleriyle
Saman sarısı,zaman karası duygular
Tepinirken duygu göledimde,
Sensizlik bulanık bir sel olup
Doluyor gönlüme,
Sonra karıştırıyor alemlerini
İnsafsızca.
Günler kısalıp geceler maraton oluyor
Ve ben eriyorum bir kez daha bin kez daha
Savrulan, kavrulan anılarımızın
Yanı başında.
İşte öyle zamanlarda
Dostum oluyor kalemim, kağıdım
Yazıyorum seni, sana sayfalarca.
Sığmıyorsun;
Taşıyorsun defterin yamaçlarına.
Boş bulduğum her kareyi
İikiye bölüp üçgen,
Sen-ben yazıyorum iki ucuna
Ve katlayıp saklıyorum onları
Kış uykusuna yatmış anıların,
En nadide köşelerine.
Yazıyorum
İşte bütün geçenleri aklımdan:
Ben, yoruldum;
Duruldum
Dönemem artık;
Sadece, anılarda nağmeler dökerim
Yaşama ve yaşıma...
Haberin var mı?
Ya da el salladığın trenlerin
Zamana kaç umutsuz yolladığını biliyor musun?
İlk kez binmiştim bu trene...
Umutsuz yolcular götürüp getiren bu trene ilk kez binmiştim...
Umutluydum mutluydum ben onların aksine.
Sen, son tren, son istasyondun.
Bense uzak denizlerin
Fırtınasıydım
Sana doğru koşan...
Beni de içine alan bu trenin sevgisine aşkına inanmıştım.
Ama bilemedim diğer yolcular gibi olacağımı
Bilseydim biner miydim hiç?
Bilseydim umutsuz mutsuz döneceğimi binmezdim hiç.
Yabancıydı
Ama sıcaktı
Sıcacıktı
Karalık oldu
Soğudu içerisi
Son istasyon geldi
İndim
Yalnızdım...
Tren gözden kayboldu dumanını kalbime tüttürerek...
Boş rayların kıvrımlarını önüme sererek.
Sahi karanlık gecelerde
Aşina kokulu yastığının yamacına
Ağladın mı hiç?
Hayat,
Yaban bir yaşama demir atmış ilerlerken,
Sen türküler tutturmuşsun gidiyorsun
Bir şarkı dudaklarında
Ve o derin kızıllık kanında
Çocuk gibi gül hep...
Sade ve umursamaz...
Umursamaz...
Sahi sevdin mi hiç?

(defter doldurmaca)

29 Haziran 2010 Salı

... (Üç nokta)

Yazıyı yazdıktan sonra noktayı koymak kalmıştı bir tek geriye.Ardı arkası kesilmeyen kelimeler,
sarf edilen onca cümleler umutlarını hep noktaya bağlamıştı.Kimi zaman üç nokta oldu dualar,
göğe yükselen ellerde gizledi anlamını.Kimi zaman da hasretler gizlendi üç nokta arkasına,
sevgiliye anlatılmayı bekledi.Kimse çözemedi üç noktanın gizemini.
Yarım bırakılan bir cümlede başladı üç noktanın hikayesi.Söylenmemiş,yarım bırakılan bir
cümlede hayat buldu sıra sıra.İki dudak arasından çıktı ilkin.Kullanan o kadar çok sevmişti ki
tekrar tekrar söyledi. "Seni seviyorum ama..."Duyan hiç sevmemişti,
artık hayatının onlardan farksız olmayacağını bilmiyordu.Ardı arkası gelmeyecek bir sürü nokta...
Öncesinde ise kurulmuş bir yarım cümle...Hayatı da yarımdı.Tekk bir cümlede tamamlanması
muhtemel hayatını, üç noktalar yarım bırakmıştı.Sonra sevdi üç noktaları.O da kullandı sırayla
" nokta-nokta-nokta".Bitmedi demekse bu, bitmemişti sevgisi; tıpkı üç nokta gibi. Tek noktanın
güçsüzlüğün de değil, üç noktanın derinliğinde buldu sevgiliyi.Sevgisini anlatmak için sevgiliye
gerek yoktu.Üç noktayla anlatabilirdi sevgisini.Artık belirsiz bir siluet olmuştu sevgilinin bedeni.
Önemli olan onun "o" olmasıydı.
Sınırsızdı üç noktanın anlamı.Her şeyi anlatabilirdi de sevgiliyi anlatamazdı bir tek.
Ona duyulan sevginin,hasretin sınırı yoktu; onu anlatabilirdi de içinin yandığını anlatamazdı bir tek.
" Seni seviyorum..." "Seni seviyorum nokta nokta nokta" Nokta, her şeydi; herkesti.
Sevgi onun içindeydi esasen,ne bir sevgili gerekti ona ne bir nesne.Sevgi yumağı misaliydi içi.
Bulduğu ilk aşkına onu yüklemek istemişti.

"Sevdim hep üç noktaları...
Dilimde sana ait birkaç sahipsiz sözdür onlar kimi zaman,
Kimi zaman da sana olan aşkımın tek hatırası...



( Gece vakitleri "defter doldurmaca" larından)

Aşk...

Aşk, kapıyı üç kere vurur... Tak tak tak... Kimse yok mu?...Yok ne yazık ki... Uzun zamandır bu kalbe ayak basan olmadı. Peki ya siz kimsiniz? Ben mi, ben kimsesi olmayan yaşlı bir kadınım. Kalabileceğim tek yer burası. Yıllardır burada yaşıyorum. Bana kimisi kural diyor kimisi büyük konuşma kimi tabu kimi şartlanma... Adım ne olursa olsun benim her yürekte ufak bir yerim vardır. İnsanlar benim gibi yaşlı birine yardım etmeyi seviyorlar böylece ben de başımı sokacak bir yer her zaman buluyorum. Ama işte bazen kimi yürekler tamamen bana kalıyor. İsterseniz içeri buyurun size hem bu yüreğin tarihini anlatayım hem de bir şeyler ikram edeyim. Ve aşk içeri girer... Aşk, yaşlı kadını süzmeye başlar. İçerisi muhteşemdir bu kadın burada çöreklenmemiş olsa bu yürek karşısındakine en güzel en temiz en saf aşkı yaşatırdı. Üstelik artık her şey gibi aşklarda çürümeye yüz tutmuştu. Ama böyle bir yürek aşka duyulan inancı yeniden canlandırırdı. Tekrar hoş geldiniz. Adınız neydi? Aşk ufak bir tereddütten sonra adını söyler: Adım Aşk. Yaşlı kadın ürktüğünü belli etmeden hafif bir tebessümle başını sallar, onu içeriye aldığı için çoktan pişman olmuştur. Bana bu yüreğin tarihini anlatacaktınız der, Aşk. Anlatayım der, yaşlı kadın yüzündeki kini belli etmekten çekinmeden anlatmaya koyulur. Ben onunla tanışalı henüz daha yeni çocukluktan çıkmıştı. Aç ve susuzdum üstelik kaldığım yerden kovulmuş ve kalacak bir yer bulmak için kilometrelerce yürümüştüm. Beni bu halde gördüğünde düşünmeden yardımıma koştu. Ona hikâyemi anlattım benim için çok üzüldü beni bu yaşlı halimle kaldığım yerden kovanlara karşı büyük bir kin duydu ve beni hiçbir zaman yalnız bırakmayacağını söyledi. Ona inandım. Şunu söyleyebilirim sana o gerçekten harika bir yürek. Arada bir hataları oldu beni incitip üzdü lakin ben bu zamana kadar bu kadar bana sadık kalan başka bir yürek görmedim. İnandı bana ve güvendi. On yıl boyunca çok mutlu bir şekilde yaşadık. Fakat büyüyordu ve bazı duyguların dikkatini çekiyordu. Aşk hafifçe öksürdü, rahat ol lütfen ben tarafsızca buraya geldim istenmediğim yerde duracak değilim lütfen çekinmeden anlat her şeyi. Yaşlı kadın alaycı bir gülümseme ile pekâlâ dedi. Aşk bir an için bu kadına daha fazla dayanamayacağını düşündü fakat bu yürek için tüm bu aşağılanmalara dayanmalıydı. Evet, günlerden bir gün bir Aşk çıkageldi. Ne yazık ki aşkın zamanlaması çok iyiydi, ben evde yoktum ve bu tecrübesiz yürek ona çoktan kapılarını sonuna kadar açmıştı. İçeri girdiğim de tüm romantizm perileri evimin altını sütüne getirmişlerdi. Beni her daim koruyup kollayacağına söz veren yürek ise çoktan aklı beş karış havada sokaklarda cirit atıyordu. Onu aramaya çıktım çok uzun uğraşlar sonunda buldum da lakin beni tanımadı bile. Çok büyük bir acıydı. Verdiği sözlerin hepsini unutmuştu. Zorla onu eve götürdüm. Karşıma aldım geçmişi bana verdiği sözleri hatırlattım ne yazık ki her şey bu lanet aşkın gelmesi ile –sözüm meclisten dışarı(!)- bozulmuştu ikimizin de huzuru kalmamıştı. Neyse ki beni kapı dışarı etmedi. Hâlbuki onda bu hal varken onu da yapabilirdi lakin aşk saltanatını o kadar güzel kurmuştu ki benim onun için bir tehlike arz edeceğimi düşünmemişti ve ona benim evde bulunmamın bir sakıncası olmadığını söylemişti. Ve sabırla beklemeye başladım biliyordum aşk bir hata yapacak v e onu üzecekti. Aşkın tarihi hatalarla üzüntülerle dolu değil miydi? Hiçbir aşk mutluluk getirmemişti bunu biliyordum ama benim cahil yüreğim bunu biliyordu. O kara gün geldiğinde onun yanında olmalıydım. O ise başına gelebileceklerden habersiz hayatının en büyük aşkını yaşadığını düşünerek mutluluk sarhoşluğu ile şarkılar söyleyip dans etti. Ama bir gün eve gözyaşları içersinde soluk soluğa geldi. Tanrım ne korkunçtu ağlamaktan konuşamıyordu bile. Önce onu sakinleştirdim sonra sıcak bir banyo yaptırıp uykuya yatırdım. Sabah bana her şeyi anlattı. Aşk, başka bir yüreğe gitmişti. Ona dudaktan kalbe akmak istediğini, dokunmak okşanmak istendiğini söylemişti ve onun kendisine bunları veremeyecek kadar aklı havada, çocukça olduğunu aşkın ihtiraslarla dolu olduğunu ve kendisine bunların hiçbirini veremediğini söylemişti. Benim küçük yüreğim ise bunların anlamını bile bilmiyordu. Düşünebiliyor musun, bu yürek kapılarını ona tüm samimiyeti ile açmıştı ama o ne istiyordu inan bana ben daha önce böyle bir aşk hiç görmemiştim. Aşk derin bir iç çekti. Malesef böyle aşklarda var. Bu yüzden artık kimse aşkların adını anmaz oldu ya... Aşk ben asla böyle bir şey yapmazdım dedi kendi kendine yeter ki bu yürek tüm içtenliğini bana bağışlasın. Her neyse çok acılar çekti beni ve kendini üzdüğü için... Üstelik tüm bunları değmeyecek bir aşk için yapmıştı. Onu teselli ettim, unutması için elimden geleni yaptım. Bugün daha huzurlu ve mutluyuz. Hatalarını geçmişte bıraktı ve aynı hatayı tekrarlamayacağına dair bana binlerce söz verdi. Bugün evde yok yoksa senin burada bulunmanı istemeyebilirdi. Onunla görüşemeyecek miyim? Bunu isteyeceğini pek sanmıyorum. Üstelik artık beni üzecek birine hiç tahammülü yok. Peki ya sizin değdiniz her şeye saygı duyarsam. Sizi ve onu asla kırmayacağıma dair söz verirsem? Kendine bu kadar çok nasıl güvenebiliyorsun, senin diğer aşklardan farkın ne? Lütfen git hemen birazdan gelir seni burada görmesini ve geçmişi hatırlayıp üzülmesini istemiyorum. Pekâlâ, gidiyorum dedi aşk ama böyle nereye kadar gidecek? Yine geleceğim ve size gerçek Aşk olduğumu kanıtlayacağım. Ve aşk geldiği yoldan boynu bükük gider. Yürek eski huzurunu korur...

Ne zamana kadar???