4 Temmuz 2010 Pazar

Yapboz

Gece uzun, gece soğuk...Genç, pencereden vuran ay ışığının yardımıyla yatağa girdiğinde,
hayatın omuzlarına yüklediği bütün yorgunlukla beraber, yine düşünmeye başladı.
Nasıl yapmalıydı ve nasıl olmalıydı? Sonra duyulan tek sesin, gecenin alabildiğine sessizliği
olduğu bir anda uykuya daldı.
Genç rüyasında hiç olmadığı kadar mutluydu.Mutluydu; çünkü bir türlü topraklarına uğramayan
su alabildiğine güzelliğiyle, berraklığıyla ve serinliğiyle pınarlar halinde akıyordu.İçti sudan
kana kana. İçti içti...
Sabah uyandığında hissettiği sadece tarif edilemez, çocuksu ama çok güzel bir mutluluktu.
Yerinde duramıyordu.Gördüğü sadece kısacık bir rüyaydı ama olsun ne kaybedecekti ki?
Hemen ayağa kalktı.Evinin en orta yerinde sakladığı gönül sandığından, şiir eldivenlerini çıkardı.
Çocuklar gibi koştu dışarı.Gözü hiçbir şey görmüyordu. Heyecandan sanki kalbi yerinden çıkacak
gibi oluyordu.İlk defa yapıyordu bunu.Ve niye böyle bir şey yaptığını aslında kendisi de bilmiyordu.
Sadece yapmak istiyordu.Başladı toprağı eşelemeye,eldivenleriyle eşeledi...
Ve korktuğu başına geldi.Aslında başına gelecekleri biliyordu ama...Ama rüyasındaki suyun güzelliği
başını döndürmüştü.Şimdi ise ne suyun azıcık sesini duyabiliyordu ne de hissedebiliyordu.
Ah birazcık hissedebilseydi suyu, gerekirse bütün topraklarını eşecekti.Ah birazcık hissedebilseydi
suyu...Ümitsizce oturdu toprağa. İki elini başına koydu.Hissedebildiği umutsuzca birkaç mısra...
"Aslında...Son mu yani?...Son öyle mi..." Sondu evet sadece rüyaydı.Zaten rüya demişlerdi ya
bunun adına...Rüyaydı ve bitti.

Çölün orta yerinde bulduğum meğer serapmış
Yazık, hakikat sandığım kısa bir rüyaymış.

İnledi, inledi bir ney gibi yandıkça yandı,
Rüya onu bıraktı da, o rüyadan uyanamadı...

Sonlar vardır hayatımızda, siyah zemin üzerine iki yandan tireli beyaz kelime, birden gözbebeklerimize
düşer, kilitler o ekrana, dalmışken tuttuğunuz nefes siyah zemini yalayarak geçer.Son mu? Bitti yani
diye devam eder ilk sözcüklerimizle uyanışımız.Aslında ne güzeldir o sonlar.Sıkıcı değildir hiç bir zaman.
Bu anlamda "sonsuz" kelimesine baktığımızda sırtıma yüklenmiş, mecbur bırakılmış hammal gibi
hissetmekten alıkoyamam kendimi.Tadı damağında kalmaz hiçbir zaman.Miden de asit oluvermez ve sıkmaz
seni.Düşünmeden yaşamak gibi saçma sonsuzluk... O yüzden belki de Tanrıya mahsus.Eğer sonlar olmazsa
sonrası da olmaz, önceside.
"Son" diye düşündüğüm şu son zamanlar içerisinde bir şeyi farkettim.
Farketiğime de sevindim.En sevdiği oyuncağını kaybeden çocuğun, oyuncağını nasıl kaybettiğini düşündüğünde
ki üzüntü yerine artık bu kaybı kabullenmiş bir his alıyor ve bu kayba gülüyor kıs kıs...
Seni kazanmak kaybetmekmiş diyorum.Kaybettiğinde, kazanıyor insan. Bir kaybederse, bin kazanıyor.
Öyle bir geçiyor ki zaman, birden dönüp baktığında eteğinden dökülen yapraklara ağlamışsan şimdi gülüyorsun...
Hangi bilim açıklar, hangi labaratuar çözer bu tuhaf kimyayı .Anılara kapılıp kanma diyor küçük terennümlerle
yalnızlığım. Ben o anıların içindeyken kapılmadım da dışındayken mi kapılacağım.
" Değer! " kelimesinin nelere, niçin, neye değer olduğunu anlayabiliyorum artık.Ama " değmez " kelimesine
bir çok uygun parça buldum bu yapboz hayatta.


(Gece vakitleri " defter doldurmaca" larından)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder