Çocuk olsam yeniden.. Bir tek düştüğüm için acısa içim, Ve kalbim; çok koştuğum zaman çarpsa sadece...
Cemal Süreya'dan bir kesit...
Kursunkalem
15 Eylül 2010 Çarşamba
3 Eylül 2010 Cuma
Rüya Kırıklıkları
Koşmaya başladığım yerden de düşmeye başladım.Ben uykusuz rüya yontucusu.Kadere ve aşka kırgın.
Elimde zaman yapbozu; yarısı dünyadan yarısı rüyalarımdan.Bu yüzden bir türlü o şifreyi çözemiyorum.
Zihnimde anlaşılamaz bir zaman kavramı.Yılın ne önemi vardı ki ölmek duygusuyla bezenmiş, bu zaman
ağacının gölgesinde,hıçkırıklara boğulan bir "ben" için.Sonra dünyanın en nadide bakışları arasından
süzülerek bataklık ülkesinin hayal kırıklığı tarlalarına gömülüp kaldım.Usandım! Ve birde anneler için
birkaç ağıt biriktirdim balçıktan yüreğimde...
Koştum,koştum...Az gitmedim; bilmem kaç deve boyu yolda almıştım...
Yinede olmadı bir şeyler; sızlamaya başladığı anda yitirmiştim yüreğimi.Kime ne söyleyebilirdim ki...
Az gittim uz gittim bir baktım ki soluk bedenim dünyada kalmış.Elimde rüyadan heykelcikler.
Hangi sarraf bozar bunları.Hangi adam bunlar için sever beni...
Söylenecek son sözünü de yutkunmuş bir kadın olmak kaygısından uzan utandım durdum.
Ne idiyse ölüm gelsindi artık.O, gelmedi; ben ona koştum.Ansızın unuttu ölüm beni.
Bense bir türlü varamadım onun donuk gölgesine.
Koşmaya başladığım yerden de düşmeye başladım...Ezanlar beni çağırırken şehre, bastım çığlığı...
Dünya susmadı,ben koştum...Unutulmak ümidiyle girdiğim dehlizlerden garipsenmek yaftasıyla yaftalandım.
Meğer yokmuş kaderimde bir sır olmak...Ben kendi kendini ihbar eden kadın.Unutturamadım kendime "kendimi"...
Sonra balçıklar ülkesinin tozdan kralı kavrayınca ellerimi ılık bir rüya sardı bedenimi...
Koştuğum yerden gömüldüm karanlıklara..Kimse bilmez döndüm, sesini kaybetmiş bir kadın olarak
girdim aşk şehrine.Yüreği burkulmuş insanların istila ettiği bu şehri de terk ettim.
Gidecek son yerime de gitmiştim.Bıraktım koşmayı, bu lanetlenmiş yürekle oturdum bir şeytan gölgesine.
Sesi ve yüreği olmayan bir havvakızı olarak unutulup gittim saatlerin satırarı arasında...
Ben rüya yontucusu.Etten ve kemiktenim.Bazı bazı ağlarımda.Elimde rüyadan heykelcikler esir düştüm
gerçeğin şehrine.Bu yüzden sızlanıp dururum.Tüm bu cümleler o çıkış cümlesini bulmak için yazıldı.
Şimdi söyleyin ey varlıkdaşlarım; bu havvakızının rüyalarına kim itibar eder hangi sarraf bozar sözlerimi.
Elimde zaman yapbozu; yarısı dünyadan yarısı rüyalarımdan.Bu yüzden bir türlü o şifreyi çözemiyorum.
Zihnimde anlaşılamaz bir zaman kavramı.Yılın ne önemi vardı ki ölmek duygusuyla bezenmiş, bu zaman
ağacının gölgesinde,hıçkırıklara boğulan bir "ben" için.Sonra dünyanın en nadide bakışları arasından
süzülerek bataklık ülkesinin hayal kırıklığı tarlalarına gömülüp kaldım.Usandım! Ve birde anneler için
birkaç ağıt biriktirdim balçıktan yüreğimde...
Koştum,koştum...Az gitmedim; bilmem kaç deve boyu yolda almıştım...
Yinede olmadı bir şeyler; sızlamaya başladığı anda yitirmiştim yüreğimi.Kime ne söyleyebilirdim ki...
Az gittim uz gittim bir baktım ki soluk bedenim dünyada kalmış.Elimde rüyadan heykelcikler.
Hangi sarraf bozar bunları.Hangi adam bunlar için sever beni...
Söylenecek son sözünü de yutkunmuş bir kadın olmak kaygısından uzan utandım durdum.
Ne idiyse ölüm gelsindi artık.O, gelmedi; ben ona koştum.Ansızın unuttu ölüm beni.
Bense bir türlü varamadım onun donuk gölgesine.
Koşmaya başladığım yerden de düşmeye başladım...Ezanlar beni çağırırken şehre, bastım çığlığı...
Dünya susmadı,ben koştum...Unutulmak ümidiyle girdiğim dehlizlerden garipsenmek yaftasıyla yaftalandım.
Meğer yokmuş kaderimde bir sır olmak...Ben kendi kendini ihbar eden kadın.Unutturamadım kendime "kendimi"...
Sonra balçıklar ülkesinin tozdan kralı kavrayınca ellerimi ılık bir rüya sardı bedenimi...
Koştuğum yerden gömüldüm karanlıklara..Kimse bilmez döndüm, sesini kaybetmiş bir kadın olarak
girdim aşk şehrine.Yüreği burkulmuş insanların istila ettiği bu şehri de terk ettim.
Gidecek son yerime de gitmiştim.Bıraktım koşmayı, bu lanetlenmiş yürekle oturdum bir şeytan gölgesine.
Sesi ve yüreği olmayan bir havvakızı olarak unutulup gittim saatlerin satırarı arasında...
Ben rüya yontucusu.Etten ve kemiktenim.Bazı bazı ağlarımda.Elimde rüyadan heykelcikler esir düştüm
gerçeğin şehrine.Bu yüzden sızlanıp dururum.Tüm bu cümleler o çıkış cümlesini bulmak için yazıldı.
Şimdi söyleyin ey varlıkdaşlarım; bu havvakızının rüyalarına kim itibar eder hangi sarraf bozar sözlerimi.
12 Temmuz 2010 Pazartesi
SARDUNYALAR
Ne kadar dayanıklısınız su damlacıkları
yeniden,hep yeniden doğarsınız
çiğnenip savruldukça,acı duydukça
denize karışmak varken
belki de okyanusa
kendinizi atarsınız pembe bir
sardunya yaprağına...:)))
Yaz sabahlarına doğan ve muhteşem sevgi lezzeti tattıran pembe sardunyalar büyütüyorum,doğuya bakan penceremde sana.Birde gücüm yetse konuşmayı öğretirdim onlara.
Ahh! keşke konuşabilselerdi benim sana sustuğum yerde. Kış masalında Bir'sen'in boynuna dolasalardı sarkan ince dallarını "Gece ve Tanrı şahitler sessiz feryadlarla "gitme" deyişime,çırpınışıma rüyamda.Nerden bilebilirdim ki, "Uyku ölüme kardeş,rüya hayata"...
Tanırım ben onları tanırım...Onlar ki,zihinlerde çağrışım yaptırsın diye adama kanat takıp uçururlar,birkaç renge boyayıp birkaç imbikten geçirirler.Senin sözlerini bir köşeye yazarım ben.
Bana dokunmayan yılan bin şiir yazsın ! ilham olabildiysek ne bahtiyarlıktır zat-ı şanımıza.Hayat komiklikte birebir dedimde gülmüşt...ün.Seversin denizi ama tutar seni.Biliyorum ıskalamaktan geliyoruz bazen bazı şeyleri.
Ama olsun pencere kenarında iki saksı,toprağına gün düşmüş pembe sardunyalar eşlik eder gülüşlerimize.Ohh be !Her şeyin sonunda nefret edilmezmiş ya.İlham kaynağı oldular gülüşlerimize;hazretleriyle, -ce'leriyle, farkına varamadıkları moladhralarıyla ve daha neler neler.
Elimizde bir çift kanat var peki uçacak var mı ? Yalnız bu sefer gülüşlerimize değil mümkünse düşlerimize :) İmbikten geçirme sırası sende belki geçirirsin istiklalde
Güzel şarkılarla sardunya yetiştiriyorum kitap defter arasında.Büyütüyorum, avucuma bırakılan harflerle besliyorum,çılgınca cümleler gezdiriyorum sayfa sayfa yeşil dallarında.Köküne ulaştırıyor damarlarına karışan tebessümün gizini.
O dallar damarlarına çekiyor su misali her yürek kıyısına vuran dalgaları... ve ansızın yakalanan esrarı sandığı bakışları.Besliyor, pembe pembe yapraklarını sarkıtıyor kitaplığımdan. Sen yokken; kitabına sığmayan her sardunyayı alıp küçük pencere kenarına koyuyorum ve yaramaz bir çocuğun haylazlığı gibi ardına oturup Tanrı'nın pencerelerini seyrediyorum.Benden çok konuşuyor Tanrı ama O yorulmuyor ben yoruluyorum."Ve mahzunlar ve mağdurlar Risaletü't-Tayr'ın sonunda zikredilen o güzel ayeti hatırlar ve serinler"diyor şu sıralar hayranı olduğum adam.Hatırlıyorum o ayeti "tıpkı uzun kanat çırpışlardan sonra kendilerini süzülmeye bırakmış kuşlar gibi..."
Evet evet...Ben seni en çok beylik laflarını sevdim."anlatmadan ,anlatılmadan efsane olunmaz;esmeden,gürlemeden efsane bilinmez."
Yapacağını ve yaptıracağını bildiğim lafların için sevdim.(İnsana insan gerek geç olsada öğrendim)
Oyalamadığın,hayata da oyalatmadığın için yeni sardunyalarla kapın...da olacağım bir pazar akşamı.
Ellerine vereceğim.Hani o yamuk yumuk kestiğim kareleri, hiç üşenmeden tekrar peşimden
düzelten, intizamla onaran ellerine.
Hüküm verilmiş,senaryo yazılmıştı.Oysa biz önümüze çıkan duvarı,bu defa daha var gücümüzle
koşup aşacağımızı düşünürken,ayağımı incitmiştim,hep aynı duvar önünde vakit kaybediyordum.
Taa ki inceden inceye hissettiğim sitemlerine kadar."Dosttan gelen sitem ikramdır"diyordu bir türküde.Ve ben o sitemlerini gözbebeklerime gamzenin ışığı diye aldım.
Uzun bir hikaye yazmaz mı gamzenin ışıkları...Gölgesinde yaşanmaz mı
Derin derin hayatta zumladıklarımı anlattım, sen dinledin.Değerli şairiminde dediği gibi ,"
Büyük lafların gölgesinde geçen hayatlar"gördük,öğrendik birbirimizden.Bu acı gerçeklere birde şeker ilave e...ttik doya doya gülelim diye.
Tuzu da unutmadık.İlk öğrendiğimiz sevgi açılımıydı şeker ve tuz.Ama acıyı anlatmadılar bu bir eksiklik mi diye düşünürken biz hep tuz ve şeker yapmaya çalıştık anlatılmayan acıları.
Yorulmadan,usanmadan,kah kızarak kah kahkahalara boğularak.
Küçük arka bahçemizden turuncu hayallere açılan bir kapıydı Dünya."ister içinde kaybol,ister kendini bul. Ama hayat bir kere sardunyalarını kucakla ve umutlara açılan turuncu bahçene bakarak gülümse :)
Bu denemem,bu yazıda ki ilham kaynağım olan değerli arkadaşım; Gökhan’ a hitaben yazılmıştır…
yeniden,hep yeniden doğarsınız
çiğnenip savruldukça,acı duydukça
denize karışmak varken
belki de okyanusa
kendinizi atarsınız pembe bir
sardunya yaprağına...:)))
Yaz sabahlarına doğan ve muhteşem sevgi lezzeti tattıran pembe sardunyalar büyütüyorum,doğuya bakan penceremde sana.Birde gücüm yetse konuşmayı öğretirdim onlara.
Ahh! keşke konuşabilselerdi benim sana sustuğum yerde. Kış masalında Bir'sen'in boynuna dolasalardı sarkan ince dallarını "Gece ve Tanrı şahitler sessiz feryadlarla "gitme" deyişime,çırpınışıma rüyamda.Nerden bilebilirdim ki, "Uyku ölüme kardeş,rüya hayata"...
Tanırım ben onları tanırım...Onlar ki,zihinlerde çağrışım yaptırsın diye adama kanat takıp uçururlar,birkaç renge boyayıp birkaç imbikten geçirirler.Senin sözlerini bir köşeye yazarım ben.
Bana dokunmayan yılan bin şiir yazsın ! ilham olabildiysek ne bahtiyarlıktır zat-ı şanımıza.Hayat komiklikte birebir dedimde gülmüşt...ün.Seversin denizi ama tutar seni.Biliyorum ıskalamaktan geliyoruz bazen bazı şeyleri.
Ama olsun pencere kenarında iki saksı,toprağına gün düşmüş pembe sardunyalar eşlik eder gülüşlerimize.Ohh be !Her şeyin sonunda nefret edilmezmiş ya.İlham kaynağı oldular gülüşlerimize;hazretleriyle, -ce'leriyle, farkına varamadıkları moladhralarıyla ve daha neler neler.
Elimizde bir çift kanat var peki uçacak var mı ? Yalnız bu sefer gülüşlerimize değil mümkünse düşlerimize :) İmbikten geçirme sırası sende belki geçirirsin istiklalde
Güzel şarkılarla sardunya yetiştiriyorum kitap defter arasında.Büyütüyorum, avucuma bırakılan harflerle besliyorum,çılgınca cümleler gezdiriyorum sayfa sayfa yeşil dallarında.Köküne ulaştırıyor damarlarına karışan tebessümün gizini.
O dallar damarlarına çekiyor su misali her yürek kıyısına vuran dalgaları... ve ansızın yakalanan esrarı sandığı bakışları.Besliyor, pembe pembe yapraklarını sarkıtıyor kitaplığımdan. Sen yokken; kitabına sığmayan her sardunyayı alıp küçük pencere kenarına koyuyorum ve yaramaz bir çocuğun haylazlığı gibi ardına oturup Tanrı'nın pencerelerini seyrediyorum.Benden çok konuşuyor Tanrı ama O yorulmuyor ben yoruluyorum."Ve mahzunlar ve mağdurlar Risaletü't-Tayr'ın sonunda zikredilen o güzel ayeti hatırlar ve serinler"diyor şu sıralar hayranı olduğum adam.Hatırlıyorum o ayeti "tıpkı uzun kanat çırpışlardan sonra kendilerini süzülmeye bırakmış kuşlar gibi..."
Evet evet...Ben seni en çok beylik laflarını sevdim."anlatmadan ,anlatılmadan efsane olunmaz;esmeden,gürlemeden efsane bilinmez."
Yapacağını ve yaptıracağını bildiğim lafların için sevdim.(İnsana insan gerek geç olsada öğrendim)
Oyalamadığın,hayata da oyalatmadığın için yeni sardunyalarla kapın...da olacağım bir pazar akşamı.
Ellerine vereceğim.Hani o yamuk yumuk kestiğim kareleri, hiç üşenmeden tekrar peşimden
düzelten, intizamla onaran ellerine.
Hüküm verilmiş,senaryo yazılmıştı.Oysa biz önümüze çıkan duvarı,bu defa daha var gücümüzle
koşup aşacağımızı düşünürken,ayağımı incitmiştim,hep aynı duvar önünde vakit kaybediyordum.
Taa ki inceden inceye hissettiğim sitemlerine kadar."Dosttan gelen sitem ikramdır"diyordu bir türküde.Ve ben o sitemlerini gözbebeklerime gamzenin ışığı diye aldım.
Uzun bir hikaye yazmaz mı gamzenin ışıkları...Gölgesinde yaşanmaz mı
Derin derin hayatta zumladıklarımı anlattım, sen dinledin.Değerli şairiminde dediği gibi ,"
Büyük lafların gölgesinde geçen hayatlar"gördük,öğrendik birbirimizden.Bu acı gerçeklere birde şeker ilave e...ttik doya doya gülelim diye.
Tuzu da unutmadık.İlk öğrendiğimiz sevgi açılımıydı şeker ve tuz.Ama acıyı anlatmadılar bu bir eksiklik mi diye düşünürken biz hep tuz ve şeker yapmaya çalıştık anlatılmayan acıları.
Yorulmadan,usanmadan,kah kızarak kah kahkahalara boğularak.
Küçük arka bahçemizden turuncu hayallere açılan bir kapıydı Dünya."ister içinde kaybol,ister kendini bul. Ama hayat bir kere sardunyalarını kucakla ve umutlara açılan turuncu bahçene bakarak gülümse :)
Bu denemem,bu yazıda ki ilham kaynağım olan değerli arkadaşım; Gökhan’ a hitaben yazılmıştır…
4 Temmuz 2010 Pazar
Yapboz
Gece uzun, gece soğuk...Genç, pencereden vuran ay ışığının yardımıyla yatağa girdiğinde,
hayatın omuzlarına yüklediği bütün yorgunlukla beraber, yine düşünmeye başladı.
Nasıl yapmalıydı ve nasıl olmalıydı? Sonra duyulan tek sesin, gecenin alabildiğine sessizliği
olduğu bir anda uykuya daldı.
Genç rüyasında hiç olmadığı kadar mutluydu.Mutluydu; çünkü bir türlü topraklarına uğramayan
su alabildiğine güzelliğiyle, berraklığıyla ve serinliğiyle pınarlar halinde akıyordu.İçti sudan
kana kana. İçti içti...
Sabah uyandığında hissettiği sadece tarif edilemez, çocuksu ama çok güzel bir mutluluktu.
Yerinde duramıyordu.Gördüğü sadece kısacık bir rüyaydı ama olsun ne kaybedecekti ki?
Hemen ayağa kalktı.Evinin en orta yerinde sakladığı gönül sandığından, şiir eldivenlerini çıkardı.
Çocuklar gibi koştu dışarı.Gözü hiçbir şey görmüyordu. Heyecandan sanki kalbi yerinden çıkacak
gibi oluyordu.İlk defa yapıyordu bunu.Ve niye böyle bir şey yaptığını aslında kendisi de bilmiyordu.
Sadece yapmak istiyordu.Başladı toprağı eşelemeye,eldivenleriyle eşeledi...
Ve korktuğu başına geldi.Aslında başına gelecekleri biliyordu ama...Ama rüyasındaki suyun güzelliği
başını döndürmüştü.Şimdi ise ne suyun azıcık sesini duyabiliyordu ne de hissedebiliyordu.
Ah birazcık hissedebilseydi suyu, gerekirse bütün topraklarını eşecekti.Ah birazcık hissedebilseydi
suyu...Ümitsizce oturdu toprağa. İki elini başına koydu.Hissedebildiği umutsuzca birkaç mısra...
"Aslında...Son mu yani?...Son öyle mi..." Sondu evet sadece rüyaydı.Zaten rüya demişlerdi ya
bunun adına...Rüyaydı ve bitti.
Çölün orta yerinde bulduğum meğer serapmış
Yazık, hakikat sandığım kısa bir rüyaymış.
İnledi, inledi bir ney gibi yandıkça yandı,
Rüya onu bıraktı da, o rüyadan uyanamadı...
Sonlar vardır hayatımızda, siyah zemin üzerine iki yandan tireli beyaz kelime, birden gözbebeklerimize
düşer, kilitler o ekrana, dalmışken tuttuğunuz nefes siyah zemini yalayarak geçer.Son mu? Bitti yani
diye devam eder ilk sözcüklerimizle uyanışımız.Aslında ne güzeldir o sonlar.Sıkıcı değildir hiç bir zaman.
Bu anlamda "sonsuz" kelimesine baktığımızda sırtıma yüklenmiş, mecbur bırakılmış hammal gibi
hissetmekten alıkoyamam kendimi.Tadı damağında kalmaz hiçbir zaman.Miden de asit oluvermez ve sıkmaz
seni.Düşünmeden yaşamak gibi saçma sonsuzluk... O yüzden belki de Tanrıya mahsus.Eğer sonlar olmazsa
sonrası da olmaz, önceside.
"Son" diye düşündüğüm şu son zamanlar içerisinde bir şeyi farkettim.
Farketiğime de sevindim.En sevdiği oyuncağını kaybeden çocuğun, oyuncağını nasıl kaybettiğini düşündüğünde
ki üzüntü yerine artık bu kaybı kabullenmiş bir his alıyor ve bu kayba gülüyor kıs kıs...
Seni kazanmak kaybetmekmiş diyorum.Kaybettiğinde, kazanıyor insan. Bir kaybederse, bin kazanıyor.
Öyle bir geçiyor ki zaman, birden dönüp baktığında eteğinden dökülen yapraklara ağlamışsan şimdi gülüyorsun...
Hangi bilim açıklar, hangi labaratuar çözer bu tuhaf kimyayı .Anılara kapılıp kanma diyor küçük terennümlerle
yalnızlığım. Ben o anıların içindeyken kapılmadım da dışındayken mi kapılacağım.
" Değer! " kelimesinin nelere, niçin, neye değer olduğunu anlayabiliyorum artık.Ama " değmez " kelimesine
bir çok uygun parça buldum bu yapboz hayatta.
(Gece vakitleri " defter doldurmaca" larından)
hayatın omuzlarına yüklediği bütün yorgunlukla beraber, yine düşünmeye başladı.
Nasıl yapmalıydı ve nasıl olmalıydı? Sonra duyulan tek sesin, gecenin alabildiğine sessizliği
olduğu bir anda uykuya daldı.
Genç rüyasında hiç olmadığı kadar mutluydu.Mutluydu; çünkü bir türlü topraklarına uğramayan
su alabildiğine güzelliğiyle, berraklığıyla ve serinliğiyle pınarlar halinde akıyordu.İçti sudan
kana kana. İçti içti...
Sabah uyandığında hissettiği sadece tarif edilemez, çocuksu ama çok güzel bir mutluluktu.
Yerinde duramıyordu.Gördüğü sadece kısacık bir rüyaydı ama olsun ne kaybedecekti ki?
Hemen ayağa kalktı.Evinin en orta yerinde sakladığı gönül sandığından, şiir eldivenlerini çıkardı.
Çocuklar gibi koştu dışarı.Gözü hiçbir şey görmüyordu. Heyecandan sanki kalbi yerinden çıkacak
gibi oluyordu.İlk defa yapıyordu bunu.Ve niye böyle bir şey yaptığını aslında kendisi de bilmiyordu.
Sadece yapmak istiyordu.Başladı toprağı eşelemeye,eldivenleriyle eşeledi...
Ve korktuğu başına geldi.Aslında başına gelecekleri biliyordu ama...Ama rüyasındaki suyun güzelliği
başını döndürmüştü.Şimdi ise ne suyun azıcık sesini duyabiliyordu ne de hissedebiliyordu.
Ah birazcık hissedebilseydi suyu, gerekirse bütün topraklarını eşecekti.Ah birazcık hissedebilseydi
suyu...Ümitsizce oturdu toprağa. İki elini başına koydu.Hissedebildiği umutsuzca birkaç mısra...
"Aslında...Son mu yani?...Son öyle mi..." Sondu evet sadece rüyaydı.Zaten rüya demişlerdi ya
bunun adına...Rüyaydı ve bitti.
Çölün orta yerinde bulduğum meğer serapmış
Yazık, hakikat sandığım kısa bir rüyaymış.
İnledi, inledi bir ney gibi yandıkça yandı,
Rüya onu bıraktı da, o rüyadan uyanamadı...
Sonlar vardır hayatımızda, siyah zemin üzerine iki yandan tireli beyaz kelime, birden gözbebeklerimize
düşer, kilitler o ekrana, dalmışken tuttuğunuz nefes siyah zemini yalayarak geçer.Son mu? Bitti yani
diye devam eder ilk sözcüklerimizle uyanışımız.Aslında ne güzeldir o sonlar.Sıkıcı değildir hiç bir zaman.
Bu anlamda "sonsuz" kelimesine baktığımızda sırtıma yüklenmiş, mecbur bırakılmış hammal gibi
hissetmekten alıkoyamam kendimi.Tadı damağında kalmaz hiçbir zaman.Miden de asit oluvermez ve sıkmaz
seni.Düşünmeden yaşamak gibi saçma sonsuzluk... O yüzden belki de Tanrıya mahsus.Eğer sonlar olmazsa
sonrası da olmaz, önceside.
"Son" diye düşündüğüm şu son zamanlar içerisinde bir şeyi farkettim.
Farketiğime de sevindim.En sevdiği oyuncağını kaybeden çocuğun, oyuncağını nasıl kaybettiğini düşündüğünde
ki üzüntü yerine artık bu kaybı kabullenmiş bir his alıyor ve bu kayba gülüyor kıs kıs...
Seni kazanmak kaybetmekmiş diyorum.Kaybettiğinde, kazanıyor insan. Bir kaybederse, bin kazanıyor.
Öyle bir geçiyor ki zaman, birden dönüp baktığında eteğinden dökülen yapraklara ağlamışsan şimdi gülüyorsun...
Hangi bilim açıklar, hangi labaratuar çözer bu tuhaf kimyayı .Anılara kapılıp kanma diyor küçük terennümlerle
yalnızlığım. Ben o anıların içindeyken kapılmadım da dışındayken mi kapılacağım.
" Değer! " kelimesinin nelere, niçin, neye değer olduğunu anlayabiliyorum artık.Ama " değmez " kelimesine
bir çok uygun parça buldum bu yapboz hayatta.
(Gece vakitleri " defter doldurmaca" larından)
3 Temmuz 2010 Cumartesi
Evrim
Suskun mısralar geçiyordu aklımdan hayata ve aşka dair. "Bu aşk beni şair yapacak galiba."
diye geçirdim aklımdan, yüzümde hafif bir tebessümle. Mutlu olmalıydım.Mutluluk buydu galiba.
Kendim gibi, kalbim gibi yarım sözcükler ddökülüyordu dilimden.Kalbimde yeşerteceğin aşk
filizleri vardı,mutluluğumu emanet edebileceğim bir çift göz...İçimde her dem yeniden canlanan
çocuk vardı; biraz suskun, biraz masum.Ama hep onun sevgisiyle doluydu. Kalbimde yeniden
alevlenen bir yerler vardı.İçimdeki yangının her an biraz daha artmasını, sevgilinin aşkı ile her
canım yandığında içimin en derin köşesinden bir "ah" ın kopup gelmesini istiyordu.Aşk derdi ile
hayata dair tüm maksatlarını yalnızca sevgiliye yöneltmeyi, evvel ve ahir bırakmayı; sevgili ile
var olmayı tasarlıyordu sadece.
Aşktı insanı hem mutlu eden, hem hüznü yaşatan; ama yine insan kollarını açıp koşuyordu ne
olduğunu bilmeden.Bilmeden üzmek ister miydi insan kendini? Ama sevgilinin yokluğu değil miydi ki
insanı her dakika daha fazla aşk ateşine sürükleyen? İçini her lahza daha da fazla kavuran...
Her nefeste "ah" eden aşık, aşk derdiyle vav harfine dönüp de " vah" kelimesi çıkmasaydı
kalbinden ne ehemmiyeti kalırdı aşkın?
Gece vakitleri "defter doldurmaca" larından
diye geçirdim aklımdan, yüzümde hafif bir tebessümle. Mutlu olmalıydım.Mutluluk buydu galiba.
Kendim gibi, kalbim gibi yarım sözcükler ddökülüyordu dilimden.Kalbimde yeşerteceğin aşk
filizleri vardı,mutluluğumu emanet edebileceğim bir çift göz...İçimde her dem yeniden canlanan
çocuk vardı; biraz suskun, biraz masum.Ama hep onun sevgisiyle doluydu. Kalbimde yeniden
alevlenen bir yerler vardı.İçimdeki yangının her an biraz daha artmasını, sevgilinin aşkı ile her
canım yandığında içimin en derin köşesinden bir "ah" ın kopup gelmesini istiyordu.Aşk derdi ile
hayata dair tüm maksatlarını yalnızca sevgiliye yöneltmeyi, evvel ve ahir bırakmayı; sevgili ile
var olmayı tasarlıyordu sadece.
Aşktı insanı hem mutlu eden, hem hüznü yaşatan; ama yine insan kollarını açıp koşuyordu ne
olduğunu bilmeden.Bilmeden üzmek ister miydi insan kendini? Ama sevgilinin yokluğu değil miydi ki
insanı her dakika daha fazla aşk ateşine sürükleyen? İçini her lahza daha da fazla kavuran...
Her nefeste "ah" eden aşık, aşk derdiyle vav harfine dönüp de " vah" kelimesi çıkmasaydı
kalbinden ne ehemmiyeti kalırdı aşkın?
Gece vakitleri "defter doldurmaca" larından
Marazi Yalnızlıklar
Cadde boyunca akan bir trafik var.Burası büyük şehir...Çağlayan nehirler değil telaşlı korna sesleri bulunur burada.
Hayata küsmüş somurtan insanlar vardır.Çocuk kahkahalarının kulakları çınlattığı sokaklar çok uzaklardadır.
Horoz sesleri ile uyanılmaz burada.Cep telefonunuzdan isterseniz horoz sesi dinleyebilirsiniz; lakin o da pek
tercih edilmez.Daha modern melodiler eşliğinde gözünüzü açmaya çalışırsınız sabahları.Güneşin doğduğu ve battığı
yönü teorikte bilirsiniz de bunu bir türlü pratiğe uygulayamazsınız.Yeşil rengi ancak vitrinlerde görürsünüz.
Maviyi ise belki biraz dumanlı da olsa aklınıza gelir de başınızı yukarı kaldırırsanız gökyüzünde görebilirsiniz.
Sokaklarda özgürce dolaşamazsınız.Bazen kalabalık caddelerde tanımadığınız insanlara çarparsınız bazen
107 saniyelik kırmızı ışıklara takılırsınız.Şöyle derinlemesine bir nefes alamazsınız.Zira ya bir çöp tenekesinin
yanından geçiyorsunuzdur yahut da kalabalık bir toplu taşıma aracının içinde sıkışıp kalmışsınızdır. Meyve yemek
aklınıza gelmez.Her gün soluğu hızlı yemek yenilen lokantalarda alırsınız.Yer ve hemen çıkar gidersiniz.
Ne yediğinizi bile anlamadan doyarsınız.Neden sustuğunuzu bilmeden susar, neden konuştuğunuzu bilmeden konuşur,
neden güldüğünüzü, neden ağladığınızı bilmeden güler ağlarsınız.Sorgulamak yoktur burada.Kaideler bellidir.
Asla yalnız değilsinizdir.Her zaman yanınızda beş on arkadaşınız vardır.Birlikte dere tepe dümdüz gideceğiniz
arkadaşlar...Dere tepe dümdüz gidersiniz de düz yola gelince yayan kalırsınız.Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmez.
Bir mahalle çeşmesinin kurnasından elinizle su içirdiğiniz arkadaşlarınız yoktur.Mardan dağı'nın nefis doğal
kaynaklarından şişelenmiş,hazır sularınızı paylaştığınız dostlarınız vardır.Hiç olmazsa hayvanlarla arkadaşlık edersiniz.
Onları ya sokaktaki çöpleri karıştırırken ya hayvanat bahçesini tel örgüleri arasında ya da boğazında bir tasma ile
görürsünüz.Ağaç dallarının arasından pervasızca öten kuşlar görmek isterseniz çok daha uzak diyarlara gitmeniz
gerekmektedir.
Kim bilir belki de dünya dediğimiz bu kerata üzerinde öyle bir yer yoktur.
Belki de böyle bir yeri artık tahayyül etmek gerekmektedir.
Yahut da sorgulamadan yaşamaya devam etmek...Sizce?
gece vakitleri defter doldurmacalarından
Hayata küsmüş somurtan insanlar vardır.Çocuk kahkahalarının kulakları çınlattığı sokaklar çok uzaklardadır.
Horoz sesleri ile uyanılmaz burada.Cep telefonunuzdan isterseniz horoz sesi dinleyebilirsiniz; lakin o da pek
tercih edilmez.Daha modern melodiler eşliğinde gözünüzü açmaya çalışırsınız sabahları.Güneşin doğduğu ve battığı
yönü teorikte bilirsiniz de bunu bir türlü pratiğe uygulayamazsınız.Yeşil rengi ancak vitrinlerde görürsünüz.
Maviyi ise belki biraz dumanlı da olsa aklınıza gelir de başınızı yukarı kaldırırsanız gökyüzünde görebilirsiniz.
Sokaklarda özgürce dolaşamazsınız.Bazen kalabalık caddelerde tanımadığınız insanlara çarparsınız bazen
107 saniyelik kırmızı ışıklara takılırsınız.Şöyle derinlemesine bir nefes alamazsınız.Zira ya bir çöp tenekesinin
yanından geçiyorsunuzdur yahut da kalabalık bir toplu taşıma aracının içinde sıkışıp kalmışsınızdır. Meyve yemek
aklınıza gelmez.Her gün soluğu hızlı yemek yenilen lokantalarda alırsınız.Yer ve hemen çıkar gidersiniz.
Ne yediğinizi bile anlamadan doyarsınız.Neden sustuğunuzu bilmeden susar, neden konuştuğunuzu bilmeden konuşur,
neden güldüğünüzü, neden ağladığınızı bilmeden güler ağlarsınız.Sorgulamak yoktur burada.Kaideler bellidir.
Asla yalnız değilsinizdir.Her zaman yanınızda beş on arkadaşınız vardır.Birlikte dere tepe dümdüz gideceğiniz
arkadaşlar...Dere tepe dümdüz gidersiniz de düz yola gelince yayan kalırsınız.Yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmez.
Bir mahalle çeşmesinin kurnasından elinizle su içirdiğiniz arkadaşlarınız yoktur.Mardan dağı'nın nefis doğal
kaynaklarından şişelenmiş,hazır sularınızı paylaştığınız dostlarınız vardır.Hiç olmazsa hayvanlarla arkadaşlık edersiniz.
Onları ya sokaktaki çöpleri karıştırırken ya hayvanat bahçesini tel örgüleri arasında ya da boğazında bir tasma ile
görürsünüz.Ağaç dallarının arasından pervasızca öten kuşlar görmek isterseniz çok daha uzak diyarlara gitmeniz
gerekmektedir.
Kim bilir belki de dünya dediğimiz bu kerata üzerinde öyle bir yer yoktur.
Belki de böyle bir yeri artık tahayyül etmek gerekmektedir.
Yahut da sorgulamadan yaşamaya devam etmek...Sizce?
gece vakitleri defter doldurmacalarından
1 Temmuz 2010 Perşembe
Hikaye
Neden ben diye sordu kadın, neden ben? Erkek şaşırdı kaldı! Evet, neden o?... Aslında bunun için bu kadar kafa yormaya gerek yoktu. Göz görmüş, ten çekmişti ya, gönül sevmese de olurdu pekâlâ... Sevildiğini sanan bir kadının gerçeği öğrenmesi kadar yaralayıcıdır erkeğin cevapsız bıraktığı her soru. Kadındı bu da işte ellerinin boş kalacağını bile bile soru sorar, cevap arardı...
Erkek, ne kadar zor bu kadınlar diye düşündü. Hayatı hem bizim hem de kendileri için ne kadar da zorlaştırıyorlar. Hâlbuki gerek yok tüm bunlara... Sıcak bir yatağı paylaşmak kadar kolaydı işte yaşamak.
Kadın, erkeğe üzülerek baktı. Anlaşılmadığını sonunda anlamıştı. Durdu geçmişe baktı. O ilk günleri düşündü. O süslü laflar sadece bu süslü bedene mi edilmişti. Kapıya baktı. Daha önce bir kere bu kapıdan çıkıp gitmişti. Sonra hatasını anlamış, gururunu bir köşeye atmış geriye dönmüş ve adama kalbini, ruhunu, bedenini sonuna kadar açmıştı. Ama o zamanlar sevildiğini sanıyordu. Oysa şimdi karşısında taş kadar duygusuz bir adam vardı. İnanamadı. Bu adamı nasıl, ne zaman, nerde sevmişti? Tüm geçmiş kare kare gözlerinde canlandı. Tüm söylenen sözler kulaklarında çınladı. Gözyaşları boğazında düğümlendi. Umurunda bile değildi ağlamamış olmak. Kalbindeki tüm keşkeler gözlerinden akmaya başladı. Adam sessizce durdu yanında, ne bir tek laf etti, ne de tek bir hareket... Kadın ve adam bir koltukta yan yana yalnızlığı paylaştılar. Belki de birlikte oldukları zaman içinde paylaştıkları en samimi şeydi bu.
Kadın sessizce ağladı, erkek sessizce oturdu. Karar verilmişti. Artık birbirlerinin yüzünü bir daha göremeyeceklerdi. Kadın, birkaç saat önce yanında sessizce uyuyan erkeğin yüzüne nasıl doyamadan baktığını düşündü. Şimdi ömrü o yüzü bir daha hiç görmeden nasıl geçecekti? Kadın kalktı, gözyaşlarını sildi, yerdeki çantasını aldı, kapıya yöneldi. Erkek yerinden fırladı, dişlerinin arasından öfkeyle tısladı, ‘şu kapıdan benden önce çıkma’. Kadın şaşırdı, adamın önemsediği şeyin ne kadar ufak ve saçma olduğunu düşündü. Onun yüreğindeki kırgınlıkları umursamayan adam, geçmişte onu geride bırakarak kapıyı çekip gittiğini unutmamıştı. Kadının yüreğine bir keşke daha eklendi. Kapıya doğru uzattıysa da elini gerisin geriye çekti…
Gece vakitleri "defter doldurmaca"
Erkek, ne kadar zor bu kadınlar diye düşündü. Hayatı hem bizim hem de kendileri için ne kadar da zorlaştırıyorlar. Hâlbuki gerek yok tüm bunlara... Sıcak bir yatağı paylaşmak kadar kolaydı işte yaşamak.
Kadın, erkeğe üzülerek baktı. Anlaşılmadığını sonunda anlamıştı. Durdu geçmişe baktı. O ilk günleri düşündü. O süslü laflar sadece bu süslü bedene mi edilmişti. Kapıya baktı. Daha önce bir kere bu kapıdan çıkıp gitmişti. Sonra hatasını anlamış, gururunu bir köşeye atmış geriye dönmüş ve adama kalbini, ruhunu, bedenini sonuna kadar açmıştı. Ama o zamanlar sevildiğini sanıyordu. Oysa şimdi karşısında taş kadar duygusuz bir adam vardı. İnanamadı. Bu adamı nasıl, ne zaman, nerde sevmişti? Tüm geçmiş kare kare gözlerinde canlandı. Tüm söylenen sözler kulaklarında çınladı. Gözyaşları boğazında düğümlendi. Umurunda bile değildi ağlamamış olmak. Kalbindeki tüm keşkeler gözlerinden akmaya başladı. Adam sessizce durdu yanında, ne bir tek laf etti, ne de tek bir hareket... Kadın ve adam bir koltukta yan yana yalnızlığı paylaştılar. Belki de birlikte oldukları zaman içinde paylaştıkları en samimi şeydi bu.
Kadın sessizce ağladı, erkek sessizce oturdu. Karar verilmişti. Artık birbirlerinin yüzünü bir daha göremeyeceklerdi. Kadın, birkaç saat önce yanında sessizce uyuyan erkeğin yüzüne nasıl doyamadan baktığını düşündü. Şimdi ömrü o yüzü bir daha hiç görmeden nasıl geçecekti? Kadın kalktı, gözyaşlarını sildi, yerdeki çantasını aldı, kapıya yöneldi. Erkek yerinden fırladı, dişlerinin arasından öfkeyle tısladı, ‘şu kapıdan benden önce çıkma’. Kadın şaşırdı, adamın önemsediği şeyin ne kadar ufak ve saçma olduğunu düşündü. Onun yüreğindeki kırgınlıkları umursamayan adam, geçmişte onu geride bırakarak kapıyı çekip gittiğini unutmamıştı. Kadının yüreğine bir keşke daha eklendi. Kapıya doğru uzattıysa da elini gerisin geriye çekti…
Gece vakitleri "defter doldurmaca"
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)